Makaleler

Mumsöndü ibadettir

20 Ekim 2023

Mumsöndü olayını gerçek manada öğrenmek için

tarihin derinliklerine inerek pak, tertemiz, fitneciler tarafından yıpratılmamış manasını öğrenmek sağlıklı olacağı gibi, kardeşlik bağlarımızın daha da güçlenmesine, bundan sonra bozgunculuk çıkaracak zihniyetlerin önünün kesilmesine vesile olacağı kanaatindeyim.

Geçmişten bu güne çıkar grupları, menfaat grupları, fesat zihniyetler, Müslümanları kardeş kavgasına tutuşturmak için Müslümanlığın tahriş olmasını ve sona ermesini amaçlayan dış güçler de Müslümanı Müslümana kırdırmak adına büyük mücadele vermekten zerre miktar geri kalmamışlardır.

Ülkemiz üzerinde kötü emeli olan zihniyetler ve işbirlikçileri farklı farklı şekillere makyajlanarak bürünen ve riyakârca Allah’ın adını anarak samimi ibadet eden dindara, başka bir gün farklı bir şekle girerek ikrar veren Müslümana, diğer gün farklı bir şekil ve kıyafetle kardeş kavgalarına ülkemizi gebe etmek adına hiç durmadan çalışmıştır ve çalışmaya da devam etmektedir. Gelin görün ki bu sinsi makyajı çıkardığımızda bunların aynı kişiler olduğunu görürüz.

Buradan hareketle Allah, insanlığın doğuşundan bu yana emir ve yasaklarını peygamberleri aracılığı ile tebliğ etmiştir. Son olarak Kur’an-ı Kerim’i Hz. Muhammed Efendimiz aracılığı ile insanlığa göndermiş ve nübüvvet yolu son bulmuştur. Kur’an-ı Kerim ile de bütün kitapların hükmü geçersiz olmuştur. Kur’an ve O’nun canlı örneği Peygamberimiz ile de insanlığa doğru yolu göstermiştir.

Peygamber Efendimizden sonra ise Müslümanların imameti velayet ile devam etmiştir. Velayet yolunun başı da Allah’ın emri, Peygamberimizin Gadir-i Hum’da tebliğ ettiği hutbe ile İmam Ali olmuştur.

Doğrunun tek olduğu Allah’ın kêlamı Kur’an-ı Kerim’de “AllâhümmeSalliAlâ Muhammedin ve Alâ Ali Muhammed” Salavatı islamın özünü, işin gerçek tarafını ortaya koyarak sıralamayı Allah, Resulü ve Ali’si olarak yapmıştır. Halk arasında ise genellikle bu salâvat Ya Allah, Ya Muhammed, Ya Ali sıralaması ile işlere başlarken Onları analım ki, onlarda bizi hatırlasın unutmasın manasında söylenmiş ve söylenmektedir.

Buradan hareketle muhabbeti ve bereketi bol olan günlerden Kadir Gecesine yaklaştığımız şu günlerde nebatatın rengârenk çiçek açtığı gibi birlik, berberlik ve kardeşlik ateşi yakmak yerine fitne ateşini yakmaya çalışanlara kulak asmamak, pirim vermemek gerektiğinin altını çizerim.

Bütün Müslümanların Allah’ı tek, Peygamberi Hz. Muhammed Mustafa, kitabı Kur’an-ı Kerim’dir. Edep, hayâ ve namus kavramı bütün ailelerde üst seviyede olduğu gibi 85 milyon bir, beraber ve kardeştir. Bu kardeşliği de çekemeyen zihniyetlerin bozmasına müsaade etmemeliyiz.

Gelelim asıl konumuza; geçmiş tarihte ibadet eden Müslümanların Allah’a daha yakın olduklarını hissetmeleri, dünya işleri ile ilişkilerini kesmeye çalışmak, huşu içinde ibadet etmek adına karanlığı seçmelerine “Mumsöndü” denmiştir. Bugünkü adı ile elektrik söndü diyebiliriz.

Allah ve Resulünü anmak için ibadet yapan Müslümanların bırakın kadın erkek beraber aynı odaya girmişler safsatalarını, hiçbir zaman bir odada beraber ibadet yapmamış, mahrem- namahrem, Allah’ın emirlerine harfiyen uymuşlardır.

İlk olarak Hünkâr Hacı Bektaş-i Veli’nin hocası Hoca Ahmet Yesevi müritlerine Allah’ı ve Resulünü zikrederken dikkatlerinin dağılmaması, dünyevi işlerle bağlarının kesilmesi adına huşu içinde Allah’ı ve Resulünü zikretmeleri için gece vakti yapılan ibadette “mumları söndürün” diyerek ibadet yaptırmıştır. İbadetin ardından müritler “mum söndü, ibadet parladı” diyerek hocalarının ne kadar büyük bir zat olduklarını ortaya koyarak O’nun olmadığı ortamlarda da Allah’ı zikredip ibadet ederken mumu söndürün geleneğini devam ettirmişler, yapacakları ibadetin de daha muhabbetli geçeceğini bildikleri için ibadetten önce mumu söndürtmüşlerdir. Karanlıkta Allah’ı zikretmek dalga dalga yayılmış, böylece “Mum söndü” olarak kalmıştır.

Farklı bir boyutu da İkrar vermek (Allah’a yemin vermek)de yaşanmıştır.

İkrar, hayatın birçok alanında kullanıldığı gibi, ekseriye tarikat kapısından girerken, Musahip (Kardeş) olurken ve dini nikâhta kullanılmıştır. Iklar (İkrar), Allah huzurunda koşulsuz bir şeyi kabul ettiğini açıkça söyleyip, bu kabul ettiğine sonuna kadar bağlı kalacağına dair yemin vermek manasına gelmektedir. Dönüşü de yoktur.

Allah dostları, erenler tarafından alınan ikrar Müslümanı terbiye ederek, Allah’a daha da yaklaştırmaktadır.

Hünkâr Hacı Bektaşi Veli, Hocası Ahmet Yesevi’den esinlenerek samimi, ihlâslı ve dindar iki müridini Musahip yapma merasiminde ikrarlarını alırken birbirlerine; Allah yolundan taviz vermeden, Kur’an üzre yaşayan Peygamber Efendimiz ve İmam Ali gibi musahip olmaları için ikrar alınmıştır. Gece olan ikrar alma ibadetinde Allah yolunda daha sıkı birbirlerine bağlanmaları için dua ederken mumları söndürmüş, büyük Allah Dostu Hacı Bektaşi Veli’nin bu uygulamasını müritleri de yapmaya başlamış ve böylece “Mum söndü” olarak kalmıştır.

Bundan dolayı duyduklarımızı araştırmadan fikir beyan etmemekte fayda olduğunu belirtirim. Ülkemiz üzerinde kötü emelleri olanlara, ötekileştirici mantaliteyle hareket ederek halkımızı birbirine düşürmeye çalışan zihniyetlere, ülkemizin bütünlüğü, milletimizin birliğine kasteden fitnekârlara alet olmamanızı, birleştirici, bütünleştirici, ayağı yere basanlara kulak vermenizin, dost olmanızın, pirim vermeniz ve takip etmenizin ülkemizin harcına çimento olacağından hiç endişeniz olmasın.

Ülkemizi karıştırmak, Müslümanları birbirine düşürmek adına şu mübarek günlerde bilinçli olarak atılan içeriğini bilmeden, kelimeleri dizmeden rastgele savuran kişileri kâale almadığınız gibi, soyunu da araştırmanızı rica ederim.

Her zaman olduğu gibi dindarla, dinciyi ayırt ederek, ibadeti yozlaştıran, saptırarak fitneyi körüklemek adına atılan adımları takip etmek yerine üzerine basarak hareket kabiliyeti vermemek ülke binasına kolon olacak, birlik beraberlik sağlanarak kardeşlik tohumları yeşererek devasa bir sevgiye dönüşecektir.

İsmail Çetin

İslam Orduları Başkomutanı Atatürk’tür

20 Ekim 2023

Allah, İslamiyet’i Resulü aracılığı ile ilk olarak Arap toplumuna tebliğ etmiştir. Lakin koruyuculuğunu, kollayıcılığını ve insanlığa yayılmasını Türklerle sağlamış, İslam’ın adaletli kılıcı Türkler olmuştur.

İslamiyet öncesi Arap’larda adalet mekanizması karaya vurmuş, insanlık dışı yaklaşımlar boy göstermiş, haklı ile haksız ayırımı yapılamaz duruma gelmiş, toplumun yozlaşması haddinden fazla olmuş, kız çocukları dahi diri diri gömülmeye başlanmış, zina çok fazla çoğalmış, kısacası Arap toplumu dibe vurmuş, cehalet ve güçsüzlere yapılan zulümlerin had safhaya ulaştığı bir toplum haline gelmişti.

Bu halde olan bir topluma Allah Peygamberi aracılığı ile ibadeti, kulluğu, adaleti, eşitliği, hak ve hukuku getirsin diye İslamiyet’i tebliğ etmiştir. Peygamber Efendimiz Allah’ın emirlerini bu bölgeden başlayarak insanoğluna tebliğ için görevlendirilmiş son peygamber olmuştur. Hz. Muhammed (s.a.v) efendimiz ile nübüvvet yolu son bulmuştur.

Daha sonra Türkler İslamiyet’le nasiplendikten sonra, İslamiyet’in bütün yükünü omuzlarına almışlardır. Yedi düvele eşitlikten şaşmadan, adaletle, sevgi ve şefkatle yaymışlardır.

Atalarımız adalet, hak, hukuk, sevgiden şaşmadan Ehl-i Beyt nefesi ile ilerlediği sürece güçlü, Ehl-i Beyt yolunu bırakıp farklı anlayışlara kapılınca güçsüzleşmiştir. Devlet batırıp, kurmasının ana teması da bu olmuştur.

Yörük Alevileri tarafından Ehl-i Beyt nefesi ile temelleri atılan ve 7 düvele hükmeden Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerinde de Ehl-i Beyt’ten uzak bir anlayışla yönetim sergilendiği için sonun başlangıcı olmuştur. Başta İstanbul olmak üzere ülke yönetimi Haçlılara teslim edilmiştir.

İşte o dönemde Hacı Bektaş-ı Veli dergâhından beslenen, maneviyatı üst safhada, milli ve manevi değerleri her şeyin üstünde tutan, Kur’an-ı Kerim-i hatmetmiş Gazi Mustafa Kemal Atatürk, bütün inancı ile beraber yokluk hâkimken var olma mücadelesi vermiştir. Mikro imkânlarla, makro işlere imza atmıştır.

Atatürk, “O gâvur icadı, günah, kullanılmaz” söylemlerinin, hâkim olduğu, şahsi kaygılardan dolayı din ile yanlış bastırılan bir toplumun hâkim olduğu Kurtuluş Savaşı döneminde insan aklının alamayacağı işlere imza atarak haçlı ordusunu ülkemizden temizlemiş, Türk milletinin namusunu kurtarmıştır.

Akıllıca düşünecek olursak, 1900’lü yılların başında Kur’an-ı Kerim’den uzak, yanlış ve uydurulmuş dini açıklamalarla, dini duyguları yanlış yönlendirilerek korkutulup, bastırılan bir topluma, dini bilgisi olmayan bir kişi nasıl nüfuz edip, bir, beraber yapabilir ki!… İşte maneviyat ehl-i Atatürk o dönemde milletimize gerçek manada milli ve dini duyguları yükleyerek, tek ruh yapmış Haçlıya karşı verdiği savaşı kazanarak dindar, özgür ve bağımsız bir ülke inşa etmiştir. Hiçbir zaman haramı helal, helali haram yapacak bir plan, proje ve girişime imza atmamıştır.

İslam Orduları Başkomutanı Atatürk Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin meclisini özellikle Cuma günü Kurban kesip, Kur’an tilaveti ve hocaların duaları ile açarak başlamıştır. İslam’ın doğru anlatılması ve doğru yaşanılması için Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kurmuş başına da Kur’an-ı Kerim’den santim dahi açı yapmayan Rıfat Börekçi Hoca’yı getirmiştir. Kur’an-ı Kerimin Mealini Elmalılı Hamdi Hoca’ya cebinden 50 bin lira vererek yazdırmıştır. Böylece sahte hocalar kafalarına göre Kur’an-ı yorumlayamaz olmuş, her vatandaşımız Kur’an-ı Kerim’de yazan Allah’ın emir ve yasaklarını kendileri okuyup uygulayabilmiştir.

İslam tarihine de yakından bakacak olursak ilk orduyu Peygamber Efendimiz kurmuştur. Bu orduyla Atamızın kurduğu ordunun ortak noktası da iki ordunun da gönüllü İslam ordusu olmasıdır. Ayrıca Atamız Peygamber Efendimizi her daim örnek almıştır.

Atatürk ömrü boyunca Türk Milleti’nin ön safında Haçlıya karşı savaşmıştır. Hiçbir zaman bir Müslüman ülkeyle savaşmamıştır. Bandı geriye sarıp tarihe bakacak olursak sahnede ağırlıklı olarak Haç-Hilal kavgası boy göstermiştir. Hilal bayrağını sallayan Atalarımız, İslam Ordusu Komutanlığını da üstlenmiştir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk de Haçlıya karşı, Hilal Bayrağını sallamış, bu bayrağı zirveye dikmiştir. Ondan dolayıdır ki İslam Orduları Başkomutanı Atatürk’tür.

Andımız İslam ahlakıdır

20 Ekim 2023

Doğru yoldan, doğrulukta şaşmadan hiçbir haramı helal-helali haram yapmayan, Türk milletini koruyup, kollayıp esaretten kurtararak düşman eline bırakmadan düzlüğe çıkarıp hür yapan Atatürk, attığı her adımda gerçek İslam akaidinden taviz vermeden hareket eden bir anlayışa sahip liderdi.

Bu mantalite ile 1933 yılında Atamız tarafından Türk milletine armağan edilen andımız İslam ahlakını ortaya koyan, çocukluğumuzdan itibaren o kulvarda hareket ederek yetişmemizi sağlayan, temiz ahlakı, doğruluğu, dürüstlüğü, vatan sevgisinin önemini ortaya koyarak dini hassasiyetlerimizi ön plana çıkaran en büyük değerlerimizdendir.

Andımıza baktığımızda aidiyet duygusunu, bayrak sevgisini, vatan sevgisini, doğruluğu, dürüstlüğü, çalışkanlığı kısaca dini ve milli duygularımızın hassasiyetini ortaya koymaktadır.

Buradan hareket ederek gelelim asıl meselemize; şimdi andımızın İslam ahlakıyla alakası nedir! Diyenleri duyar gibiyim.

Konuyu bütünü ile ele alıp meselenin özüne inecek olursak; İslam’ın özünü yaşayan ve yaşatmaya çalışan Anadolu’yu Türk ve Müslüman yapan Hacı Bektaşi Veli’den beslenen Bektaşilikte “Eline, beline ve diline sahip ol” felsefesi hâkimdir. Buda Allah’ın emirlerinden yani Kur’an-ı Kerimden yola çıkılarak gerçek İslam anlayışı ortaya konularak söylenmiş ve uygulanmaya çalışılan felsefedir.

Bektaşi yolunun kurucusu Hacı Bektaşi Veli Anadolu’ya ayak bastığı dönemde 400-500’e yakın eşkıyalık yapan kişilerin gönüllerine İslam ahlakını nakşedip terbiye ederek önce adam eder. Ardından bu kişileri Müslüman&Türk yaparak Anadolu’nun her tarafına dağıtır. İslam terbiyesi ile yoğurduğu bu zatlarla Anadolu’yu karış karış Müslüman&Türk milleti yapar. Müslüman dendiğinde Türk, Türk dendiğinde Müslüman akla gelir. Kısaca bizleri tek yumruk, tek bilek Müslüman&Türk milleti yapan Hünkâr Hacı Bektaşi Veli’dir.

Konuyu biraz daha detaylandıracak olursak; Bektaşi eşiğinden içeriye girmenin ilk şartlarından birisi Müslüman olarak ikrar(yemin) vermektir. İkrar vermek tövbe etmek noktasında Allah’a yemin vermek manasına gelir.

Tövbe kapısından geçip, İkrar vererek Allah huzurunda ettiğin yeminle; “çalmayacaksın, zina yapmayacaksın, fitne uydurmayacaksın, zulmetmeyeceksin, dinini Kur’an üzre yaşayacaksın. Hak olana yakın, hak olmayana uzak olacaksın. Allah’ın emirlerine uyacaksın” mantığını da kabullenerek has ve has Müslüman&Türk olur.

Annesi ve babası Ehli Beyt soyundan Müslüman&Türk olan Mustafa Kemal Atatürk hayat felsefesi olan doğruluk, dürüstlük ve gerçek manada İslam ahlakının ortaya konulduğu Bektaşi yolundan santim şaşmadığı gibi yurdumuzu düşman işgalinden kurtarma çabaları verirken de her daim bu ocakta Hacı Bektaş’ın nefesinden beslenmiştir. Atamız her daim O ocaktan güç almış, ortaya koyduğu politikaları da bu paralelde belirlemiş ve Hacı Bektaş’ın manevi desteği ile her daim başarılı olmuştur.

Bektaşi ocağından beslenen Atamız ülkemizi düşman işgalinden kurtarıp Hakka yürümesinden beş yıl önce ortaya koyduğu Andımızı gerçek manada İslam ahlakının menbağı olan Bektaşiliğin yine İslam mantalitesini ortaya koyduğu “Eline, beline ve diline sahip ol” felsefesinden esinlenerek Müslüman&Türk milletini çocukluktan itibaren gerçek bir dindar yapmak adına armağan etmiştir.

Bu anlayışla çocuklarımız gerçek manada bir Müslüman, gerçek manada bir vatansever olsunlar, çalmasınlar, dürüst olsunlar, çalışkan olsunlar, vatana millete hayırlı bir evlat olsunlar, bu yaşam şeklini de bir felsefe haline getirsinler ve gelecek nesillere aktarsınlar diye Atamız Andımızı bu zihniyetle ortaya koymuştur.

Gerçek manada dindarın dinini doya doya yaşaması, dincinin dindardan uzak durması ve kullanmaması için Laikliği ortaya koyan Atamız, hayatın her alanında namus ve şerefini kurtardığı Müslüman&Türk milletini sağlam temeller üzerine oturtmak, sarsılmaz bir vatan oluşturmak için hayatı boyunca mücadele verdiğini gözlemlemekteyiz. Vatanımızın yarınlarını düşünen Atamız yurdumuzda her alanda attığı temellerin harcına Müslüman&Türk milletinin huzur, refah, kardeşlik bağlarını güçlendirmek, bir olmak, iri olmak ve diri olmak adına ileri ufuklu dindar nesillerin yetişmesi için her kardığı harca gerçek manada İslam çimentosu koyarak sapasağlam yapılar kurmayı amaçlamış, bunu da başarmıştır.

Milli ve Manevi duyguların unutulmaması, dindar, doğru, dürüst, çalmanın yanlış bir şey olduğunu öğrenen, ileri ufuklu, çağdaş düşünceli nesillerin yetişmesi için ve bu felsefenin nesilden nesile taşınması için Andımız Atatürk tarafından ortaya konulmuş İslam ahlakıdır.

İsmail Çetin

Üçüncü dünya savaşını Atatürk önlüyor

5 Mart 2022

Independent Türkçeye yazan İsmail Çetin’in “Üçüncü dünya savaşını Atatürk önlüyor” başlıklı yazısı

Dünya haritasını önümüze koyup ülkemizin jeopolitik konumuna baktığımızda iklim, yer altı, yer üstü kaynakları, stratejik konum, boğazlar vs. avantajları beraberinde getiren Türkiye’mizin en güzel yerleşim bölgesinde olduğu aşikârdır.

Bundan dolayı dünya ülkelerinin gözü, kulağı ve hedefindeki ülkeler sıralamasında en baştayız.

Rusya’nın sıcak denizlere inme düşleri, batının papalık misyonunun bir parçası olarak bölgemizi Türkiye merkezli Hıristiyanlaştırma hayalleri! ABD’nin eriyen buzullardan dolayı kendine toprak arama hedefleri başta olmak üzere her ülkenin bizim ülkemiz üzerinde emelleri olduğunu anlamak için kâhin olmaya gerek olmadığını düşünüyorum.

Bundan dolayı biz aklımızı kiraya vermeden, başkalarının aklıyla hareket etmeden, ülkemizin menfaatlerini ön plana koyup, akıllı ve yerinde hareket etmekten başka çaremiz yoktur.

Buradan hareketle yıllardır Güney bölgemizdeki komşularımızın düştüğü durum ve o bölgelerdeki başımıza gelenleri enine boyuna düşünerek ders çıkarmamız ve ona göre hareket etmemiz kaçınılmaz bir vaziyet almıştır.

Bölgeyi ateş topuna çeviren santim santim bölen ABD’nin oyunlarına gelmeden hareket etmemizin şart olduğunun altını çizerim. En son olarak Suriye topraklarında cereyan eden olayların her tarafa zarar verdiğini bilmeyenimiz yok. Burada Suriyelilere ve bize çok pahalıya patlayan hataları tekrarlamadan hareket etmemiz halkımızın birliği, ülkemizin bütünlüğü açısından önemlidir.

“Komşumuzun toprak bütünlüğü, bizim toprak bütünlüğümüzdür. Bölgemizin huzuru bizim huzurumuzdur.” şiarı ile hareket etmez, taşeronluğa soyunursak ülkemizi hop oturan, hop kalkan istikrarsız bir vaziyet alan, karışıklıklara gebe olan bir ülke konumuna sokarız.

Ortadoğu ve Arap ülkelerinde olduğu gibi istediği atı oynatmak, bölgeyi kafasına göre tasarlamak için kolları sıvayan ABD, AB ve İsrail bin bir türlü hile ve doğru olmayan kirli bilgilerle aynı senaryoyu Doğu bloğunda da yapmaya çalışıyor. Kazakistan’da bağcıyı dövmek isteyen aynı zihniyetler amacına ulaşamayınca fitili Ukrayna’da ateşledi.

Bu bölgelerde çıkan savaşlarda Atlantik ötesindeki ABD’nin hiçbir zarar görmeyeceği aşikârdır. Bunun yanında vatandaşları ve toprak bütünlüğü güvende, tehlikeli bir durumu bulunmayan ABD, üstüne üstlük kâğıdı boyayıp dünyaya dağıtmasında da bir sorun olmadığından dolayı kelimeleri dizmeden rastgele konuşması bölgemiz için düşünülmesi ve önlem alınması gereken büyük bir tehlikedir.

Aynı savaş ABD sınırında veya topraklarında olsa aynı tavrı sergileyebilir miydi? Keşke barış ve kardeşliğin zirve yaptığı bir bir dünyada huzur içinde yaşasak. Gelin görün ki huzurlu bir ortamı karıştırmada marifetli olan fitne ellerinin oyununa gelenler hep bedel ödemek zorunda kalan ülkeler oluyor. Hiç sorduk mu kendimize bu savaşlar neden hep bu bölgede meydana geliyor da AB, ABD’de meydana gelmiyor.

“Yurtta barış, dünyada barış” diyen Atamıza kulak vererek dünya barışını inşa etmek için mücadele etmeliyiz. Merhaba dediklerine fitne tohumları eken ABD’yi bölgemizde bu kadar etkin kılmaz isek barışı inşa etmek için en büyük adımı atmış olacağımızdan hiç endişeniz olmasın.

Dik duran, eğilmeyen, taşeronluk yapmayan bir Türkiye’nin kurtuluş savaşında neler yapabileceğini bütün çıplaklığı ile gördük. Bizi diğer ülkelerden ayıran en büyük özelliğimiz asker bir millet olmamız ve Atatürk’ümüzün çizdiği yoldur. Bölgede aklıselim, sağduyulu hareket eden sağlam bir Türkiye, bölge barışına çok büyük katkı sağlar. Hiçbir güçte ülkemize yan gözle dahi bakamaz.

Rusya ve Ukrayna arasına ABD’nin ve AB’nin soktuğu nifak neticesinde patlak veren savaşta nice masumlar can veriyor, vatanları yok oluyor, bölge cılızlaşıyor. Bu bölgedeki olayların cereyan etmesi en çok Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski’yi sadece alkışlayan ABD, AB ve İsrail’in işine gelirken zarar gören taraflar ise meydanda bağırıyor.

Bölgemizi karıştıranlar 3.Dünya Savaşı çığırtkanlığı yapmaktan geriye kalmıyor. Bu bölgenin karışıklığı ne kadar büyürse pastadaki payları da o kadar büyüdüğü için körüklemekten hiç geriye durmuyorlar. Her dönemde ikiyüzlü hallerini ortaya koyan bu zihniyetler barış söylemleri yerine, savaş söylemleri ve hamleleri üzerine plan kuruyorlar.

İşte bu zor zamanlarda kargaşanın büyümemesi için 86 yıl önce öngörüsü ile Montrö Boğazlar Antlaşmasını imzalayarak hem ülkemizi, hem bölgemizi garanti altına alan Atatürk, imdada yetişip bölgenin daha çok karışmasına engel olarak 3. Dünya Savaşına geçit vermiyor.

Bizim artık Atatürk’e tutunarak, ilkelerini doğru anlamamız ve ona göre hareket kabiliyeti belirleyerek yürümemiz gerekir. Bu minvalde hareket edersek yürümeyi bırakın koşacağımızdan ve önümüze de hiçbir güç engel olamayacağı gibi, oyun çevirenlerinde oyunları boşa gideceğinden endişeniz olmasın.

Biz geçmişte adaletin teminatı, birliğin ve beraberliğin simgesi, hak ve hukukun koşulsuz öncüsü olmuş yüce bir milletiz. Böyle bir anlayışla hareket ettiğimiz için içimizdeki işbirlikçilere rağmen Atatürk’ün liderliğinde yedi düveli dize getirmeyi bildik.

Şu günlerde bölgemizde yaşanan ve kirli ellerin kontrol ettiği bu talihsiz savaşın biran önce büyümeden kontrol altına alınarak, savaş ortamının yerini barışa, ağlayan insanların gülücüklerine dönüştürülmesi önceliğimiz olmalıdır. Gelişen süreçte Rusya ile Ukrayna arasında yaşanan savaşı körükleyen AB ve ABD’nin ne kadar korkak ve güvenilmez olduğunu gözler önüne sermiştir. Bizim için bütün sınırlarımızın olduğu gibi bu bölgenin istikrarı da her şeyden önemlidir. Irak, Afganistan, Suriye’de… Yapılan yanlışları tekrarlamayarak, başkalarının taşeronluğuna soyunmadan kendi işimize bakmamız işin en doğrusu olacaktır.

Rusya boyutuna gelince; ABD, AB ve dünyaya kafa tutan Rusya’nın bu bölgede kafa tutamayacağı bölge dengelerini göz önünde bulundurduğumuzda; Türkiye’dir.

Rusya da bunun farkında olduğu için hiçbir zaman Türkiye’yi karşısına almadan hamlelerini yapar ve de yapmaktadır.

Bizim en büyük gücümüz Atatürk’ümüzdür. Ülkemize düşen görev, taraf olmadan bir ağabey edasında Rusya ile Ukrayna arasındaki barışı sağlamak, bölgedeki huzur ortamını oluşturarak, istikrarı tesis etmektir. Ülkemizin menfaatleri doğrultusunda hareket edip, başka da hiç bir görev üstlenmemektir.

İblisin işi Atatürklerle uğraşmaktır

27 Aralık 2021

Atatürk’e pervasızca hakaret, küfür ve farklı yollarla salya sümük saldıran zihniyetler bilinçli ve kasti olarak başta İsrail’in, Yunanın ve ülkemiz üzerinde hain emelleri olanların ekmeğine yağ sürmektedirler.

Atatürk’e pervasızca hakaret, küfür ve farklı yollarla salya sümük saldıran zihniyetler bilinçli ve kasti olarak başta İsrail’in, Yunanın ve ülkemiz üzerinde hain emelleri olanların ekmeğine yağ sürmektedirler.

Bu zihniyetler Allah yolundan şaşmadan dindar, cihat Müslüman’ı olan bir kişiye iftira atarak Allah’ın kelamlarını da çiğnemektedirler.

Gerçi altını çizmek gerek İblis’in işi Atatürk’lerle uğraşmaktır. İblis elbet boş durmuyor. Boş da durmayacak. Allah yolunda, hak yoldan şaşmadan gidenlerle uğraşmaktan vageçmiyor, vazgeçmeyecektir.

Atatürk hak yoldan çıkmadan, batıla karşı samimi bir mücadele vermiş ve bu kutlu mücadeleyi yokluk içinde var ederek zaferle taçlandırmıştır.

Şimdi soruyorum. Allah’ın nasip etmediği bir şey olur mu?

Bakara Suresi 117. Ayetinde: O, gökleri ve yeri örneksiz yaratandır. Bir işe hükmetti mi ona sadece ”ol, der, o da hemen oluverir.” (Künfeyekün)

Atatürk Hak’kın samimi, dürüst ve imanlı bir kuluymuş ki nasip etmiş ve bu kadar büyük başarılara imza atmıştır. Allah nasip etmeseydi nasıl kazanacaktı!

Burada olayın 2 boyutu öne çıkmaktadır. Manevi boyutu ve Milli boyutudur. İkisi de vazgeçilmez değerlerimiz, kırmızı çizgilerimizdir.

Manevi boyutunu da ele alacak olursak, Atatürk’e iftira atan Allah yolunda mücadele veren bir kula iftira atmış olur. Hak çizgisindeki bir insana iftira atan iblisin ta kendisidir. Yâda iblisin değirmenine su taşıyan taşerondur.

Milli boyutunda ise, hayatını hiçe sayarak, hesapsızca, olmayacak dediklerini başararak yurdumuzu düşmandan temizleyerek bağımsızlığımızın kazanılmasına vesile olan bir kişiye ağza alınmayacak, beyinleri yakan iftiralar atarak İsrail’in, Yunan’ın ve ülkemiz üzerinde hain emelleri olanların değirmenine su taşımaktadırlar.

Lakin Türk Milleti azınlık ruhlu bu iblislere ne meydanı bırakır, ne de Atatürk’e sonsuza dek sahip çıkmaktan vazgeçer.

Unutulmamalıdır ki Atatürk mavi gözlü, yakışıklı olduğu için sevilip, sahip çıkılmıyor. Atatürk dürüst, imanlı, ihsanlı, vatansever, bir rol model olarak, ülkemizi düşmanlardan temizleyerek namusumuzu kurtardığı, bizi bağımsız bir ülke yaptığı için seviliyor, sahip çıkılıyor. Ondan dolayı Atatürk Vatandır. Atatürk birleştirici harçtır. O’nun çatısında birleşelim diyoruz.

Bugün Atamıza iftira atanlar unutmamalıdır ki Atatürk ibadetimizi doya doya yapalım diye Türkiye Cumhuriyeti Devletini inşa etmiştir.

Bizi ayakta tutan ortak paydalarımız Atatürk, Türklük, Andımız, Türkiye Cumhuriyeti…  Gibi olmazsa olmaz değerlerimiz, temel taşlarımız yok edilmeye çalışılarak toplumumuz ne taraftan estiği belli olmayan, devamlı değişkenlik gösteren rüzgârların akımına kaptırılmaya çalışılmıştır.

Lakin unutulmamalıdır ki bu değerlerimiz ülkemizin çimentosudur. Bu olmazsa olmaz değerlerimiz insanımıza manevi bir birliktelik sağlayarak, aidiyet duygusu yüklemektedir. Bu da Millet olmamızın adını ortaya koymaktadır. Bu kavramlar Türk toplumuna cesaret, güç, kuvvet ve güven verirken, ülkemiz üzerinde hain emelleri olanlara korku ve gözdağı vermektedir.

Biz bu değerlerin içini boşaltmaya çalıştıkça güç erkleri tersine dönmektedir. Toplumumuz güç kaybederken, ülkemiz üzerinde hain emelleri olanlarda güç kazanmaktadır.

Gelişen ve değişen Dünya arenasında büyük oyuncu olmak istiyorsak ta geçmişimizi unutmadan, dini ve milli değerlerimize bağlı adaletli bir şekilde, hiç kimseyi ötekileştirmeden akıllı adımları hep beraber atmalıyız.

Bu çizgide ileriye bakan, yenilikçi, çantası plan ve projelerle dolu, ayağı yere basan, terbiyeli yapıcı bir dil kullanan taze kana ihtiyacımız vardır.

Ülkemizi muasır medeniyet seviyesine çıkaracak, kardeşçe huzur içinde yaşatacak taze kanda Bağımsız Türkiye Partisinin lideri Hüseyin Baş ve kadrosudur.

Birlik, saygı ve sevgiyle mümkündür

27 Aralık 2021

Ülkemizde kardeşçe yaşamamızın formülü ötekileştirmeden, birlik, beraberlik içinde terbiye edilmiş yapıcı olgun bir dille, sevgi ve saygı çerçevesinde bir yaşam sürdürmemizden geçer.

Milletimizin birliği, ülkemizin bütünlüğü için tek yürek, tek bilek olmamız gerekir. Başka da çaremiz yok. Çünkü gölgesinde yaşayacağımız başka bayrağımız, defnedileceğimiz başka da vatanımız yok!

Bu anlayış ile memleketimizin her ferdinin bilinçli hareket etmesi gerekir. Özellikle milli ve dini konularda tek ses olmamız demek, dış güçlere, PKK’ya, FETÖ’ye, diğer terör örgütlerine, ülkemiz üzerinde sinsi planlar kuranlara verilecek en güzel cevap olacağının altını çizer, bu eksen etrafından hareket etmekle de huzurlu ve mutlu bir hayat sürmemize vesile olacağını belirtirim.

Her canlı gibi insanoğlu doğar, yaşar ve nihayetinde ölür. Bu süreçte huzurlu, sağlıklı ve mutlu bir hayat sürmeyi yeğler. Bu da insanın kendi elindedir. Hayatı basitleştirmek varken, zorlaştıran zihniyet her daim aradığını bulamaz veya ömrü boyunca bocalar durur. “İnsanın kendisine yaptığı kötülüğü dünya bir araya gelse yapamaz” demiş atalarımız.

Onun için her daim atacağımız adımları empati kabiliyetimizi kaybetmeden atmalıyız.

Yine atalarımızın “Kırk düşün de, bir söyle!” sözünün ne kadar anlamlı ve ağır olduğunu günümüzde çok iyi anlamaktayız.

Hayatın akışı içinde ufak tefek tartışmalar illaki olur. Lakin bizim dikkat edeceğimiz içeride ve dışarıda ülkemize kast edenlere karşı bir beraber olmaktır. Tek bilek, tek yürek olmaktır.

Bu da empati kabiliyetimizi kaybetmeden saygı ve sevgi çerçevesinde hareket etmekten geçer.

Ülkemiz geçmişte 7 düvele karşı atlattığı badireleri, verdiği mücadeleleri topyekûn vermiştir.

Çanakkale’de, Trablusgarp’ta, Balkanlar’da, Kurtuluş Savaşı’nda… Türk-Kürt, Laz-Çerkez, Alevi-Sünni tek bilek tek yürek olduğu için büyük zaferler kazanılmıştır. Bir beraber olduğumuz için düşman püskürtülerek bağımsız bir millet olduğumuzu ispatlamışızdır. Ülkemizin her daim olduğu gibi, bu dönemde de düşmanı var. Ondan dolayı hafızalarımızda Çanakkale ruhunu her daim sıcak tutarak, o zihniyetten ayrılmadan, Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli’nin “Bir olalım, iri olalım, diri olalım.” sözlerini kulağımıza küpe yaparak yaşamamız şart, kaçınılmaz ve mecburidir.

Ötekileştirmeden, ayrıştırmadan birleştirelim

27 Aralık 2021

Ötekileştirici – ayrıştırıcı dil yok eder. Birleştrici dil var ederek, tek bilek tek yürek yapar

Hacı Bektaşi Veli Hazretleri Anadolu’ya geldiği vakitte bir grup Yörük eşkıyalar ile karşılaşır. Önce bunları doğru yola sevk eder. Sonra Türk ve Müslüman yapar. Ardından bunlarla beraber bütün Anadolu coğrafyasına Türk& Müslüman mayasını çalarak hepsini topyekûn bir, beraber ve kardeş yapar.

Hünkâr Hacı Bektaş, coğrafyamızda çok emekleri olan büyük bir Veli’dir. Çaldığı maya kardeşliği, kullandığı dil birlik beraberliği sağlamıştır.

Bu büyük zatı ve Türk milleti için yaptıklarını Merhum Prof. Dr. Haydar Baş hocamız her bulunduğu ortamda anlatır. “Bu şahsiyetleri örnek alın, ortaya koyduğu ferasetten faydalanarak Müslüman & Türk kimliğinizden hiçbir zaman taviz vermeyin” diye nasihat ederdi.

Hünkârın sağladığı birlik ve beraberlik uzun yıllar devam etmiş, daha sonra bâtıl akımların boy göstermesi ile ülkemiz üzerinde oynanan oyunlar kardeşi kardeşe kırdırmıştır. Eğitimli, birçok gencecik yiğidimizi kaybetmemize neden olmuştur.

Ülkemizin son yıllarına baktığımızda Merhum Haydar Baş hocamız, ufku, basireti ve yarınları gören lider vasfını yapıcı ve birleştirici bir dille bütünleştirerek ülkemiz üzerine oynan birçok oyunu önlemiş, ülke içindeki karışıklıkları uyarıcı yapısı ile düzeltmiş veya düzeltilmesine vesile olmuştur. Hiçbir zaman şahsi rant kaygısı gütmemiş, ülke menfaatini her şeyin üstünde tutmuştur.

Madalyonun diğer yüzüne baktığımızda ülkemiz şahsi menfaatlerin havada uçuştuğu bir rant kavgasına sahne olmaktadır. Sudan nem kapan bir hale geldiğimiz aşikârdır. En ufak su taneciğinden okyanus çalkalanıyor mantığı gütmek ülkemizi zerre kadar sallayacağına okyanus kadar salladığını gözlemlemekteyiz.

Bu ötekileştirici ve ayrıştırıcı dil de ülkemizin omurgasını çatlatarak zayıflatmaktadır.

Orman kanununda güçlü, en zayıf bulduğuna saldırırmış. Biz içimizde kavga etmeye devam eder, ötekileştirme mantalitesinde yol alırsak bu yolun sonunun uçurum olduğunun altını çizerim. Bunun yanında ayrıştırıcı dil kullananlar ülkemiz üzerinde kötü emelleri olan zihniyetlerin ekmeklerine yağ sürdüklerinin farkına varmalarını istiyoruz. Alkışa ve pohpoha pabuç bırakmamalarını tavsiye ediyoruz. Aksi halde olay bu şekilde seyrederse dış güçler ülkemiz üzerinde varlıklarını daha çok arttırmaya çalışacaklardır.

Ülkemizin en fazla birlik beraberliğe ihtiyacı olduğu dönemde oyunları fark eden BTP Genel Başkanı Hüseyin Baş, bu oyunları bozmak için kolları sıvamıştır. Kılıçların çekildiği, faciaya dönüşecek fitillenmiş tartışmadan Türk milletine, “Ayrıştırmayalım, birleştirelim” dediği ve medyada çok geniş yankı bulan açıklamada, “Ayrıştırıcı, kutuplaştırıcı bir dil yerine, birleştirici, bütünleştirici bir dil kullanalım” diyerek sükûnete çağırması ülkemizde tartışmaların alevini söndürmüş, seyir değiştirerek, ılımlı ve uyumlu bir boyut kazanmasını sağlamıştır.

BTP Lideri Hüseyin Baş, ülkemizde birlik beraberliği sağlayan bütünleştirici dilini, rahat durmayan Yunana sivrilterek, nerede, ne zaman, ne yapılması gerektiği dersini de vermiştir. “Bugünümüze baktığımızda dün denize döküle döküle kaçan Yunan’ın tekrar kaşıntısının tuttuğu aşikârdır. Dün karada uygulamak istedikleri Sevr’i, bugün denizlerde uygulamak amacındalar. Yalnız şunu çok iyi bilmelerini isterim ki Türkiye, düne göre bugün çok daha güçlüdür. Eğer tarihten ders almaz ve tekrar bir yanlışa düşerlerse, onları ders olsun diye karaya çıkarır. Bir daha denize dökeriz. Buna hazırız.” diyerek dış güçlere gözdağı vermiştir.

Ardından çözüm yolu sunan BTP Lideri Hüseyin Baş, “Ülkemizde, merhum liderimiz Prof. Dr. Haydar Baş’ın ifadesiyle “askeri ve sivili ile bir bilek bir yürek olunmalıdır” mantalitesini hâkim kılmak şarttır. Diğer taraftan ülkemizin güçlü olup, dik durması ekonomik bağımsızlığını elde etmesiyle mümkündür. Buda ancak ve ancak Milli Ekonomi Modeli’ni devreye koyarak olur. “Öz kaynaklarımızı devreye koyarak dışa olan bağımlılığımızı bitirmemiz şart ve kaçınılmaz olmuştur.” sözleriyle çıkış yolunu gösteren tek lider olmuştur.

Görülüyor ki, ülkemizde her şeyden önce birlik beraberlik ve kardeşlik için yapıcı ve olgun bir dile, güçlü bir ekonomik teze ihtiyaç olduğu ortadadır. Bu dil ve güçlü ekonomik tezin BTP Genel Başkanı Hüseyin Baş’ta mevcut olduğuna bütün ülke şahit olmuştur. Buradan hareketle bir bilek, bir yürek olmamız için ülkemizin BTP kadrolarına ihtiyacı var ve kaçınılmazdır.

Merhum Prof. Dr. Haydar Baş hocamızın çaldığı maya kardeşliği, birliği ve beraberliği sağlayacak. Bu devleşen olgu Hüseyin Baş’ın ufku, feraseti, bilgi birikimi ve kullandığı yapıcı dille bütünleşip çığ gibi büyüyecektir.

Gerçek laiklik dinsiz yaşanamaz

27 Aralık 2021

Atatürk, laiklik ilkesini gerçek bir dindar olduğu için hayata geçirmiştir. Din kavramının olmadığı bir yerde laiklikten söz etmek imkânsızdır.

Laiklik, din tüccarlarının, hak dini yaşadığını zannedip yaşamayanların gerçek dindarla ayrıldığı noktadır. Kısacası İslam’ın ta kendisidir.

Dinsiz kişi laik olamaz. Dindar kişi de Atatürk’ün laikliğinde dinini doya doya özgürce yaşar…

Atatürk’ün laiklik tanımında,” 2 taraf vardır. Bir taraf Devlet, diğer tarafı da dindir.”taraflardan biri olmazsa o tabirin anlamı yok olur. “Ben dine inanmıyorum, ama laikim” diyen kişi Atatürk’ün laiklik anlayışını kaybetmiş, kendi laiklik tanımını devreye koymuştur.

“Laiklik gelirse din bitecek” diyen zihniyette gaflet içindedir. Laiklik tam manası ile devreye konulursa din tam manasıyla yaşanır.

Gelelim bir kesim tarafından yanlış kullanılan, bir kesim tarafından da yanlış anlatılan laikliğin özüne,

Laiklik, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır. Laiklik dinin ve dindarın teminatıdır.

Laiklik, solun cahil kesimi tarafından bu millete çok yanlış anlatılmıştır. Laiklik denince, dindarla dinciyi ayıramayan solun zır cahil kanadı ikisini de aynı kefeye koymuş ve laikliğin dindar kesim tarafından bir öcü gibi algılanmasına sebebiyet vermiştir.

Bazı sol cahiller Atatürk’ün laikliğini kendi çıkar ve menfaatleri uğruna abuk subuk bir şekle dönüştürmüşlerdir.

Atatürk,”Zamanın fetö zihniyetlerini devlet işlerine karıştırmamak için laiklik demiştir. Din kutsaldır, Allah’ın kelamlarını devleti yöneten kişilerin çıkar ve menfaatleri uğruna kullanmaması için laiklik demiştir. Devlet işlerinde dindar insan olmasın dememiştir. %99’u Müslüman olan bir ülkede bu mantık zaten işlemez. Farklı düşünen kişiler ya İngiliz, ya da Yunan ajanlığına soyunmuştur. Ya da Atatürk’ün zekâsıyla dalga geçiyor demektir.

Atatürk laikliğini, Atatürk tüccarlığı yaparak şahsi laiklik anlayışlarına çeviren solun cahilleri, bu millete gerçek Atatürk’ü ve laikliği anlatsalardı işte o zaman Atatürk’e hiçbir kimse dil uzatamayacaktı.

Diğer taraftan,

Din kisvesi altında ajanslık yapan zihniyetler, dindar kesimi kendi çıkar ve menfaatleri uğruna kullanarak, anti Laiklik ve Anti Atatürk propagandaları ile bu milleti ayrıştırmada büyük rol oynamıştır. Sanki laiklik din düşmanlığı gibi ortaya konulmuştur.

Sağın cahilleri Atatürk’ dinsiz derken, solun cahilleri dindar mı demiştir? Solun cahilleri de sağın cahilleri de Atatürk’ü fil misali çıkar ve menfaatleri uğruna kullanmışlardır.

Solun cahilleri laiklik denince, içki içmeyi, dindar olmamayı, namaz kılmamayı hülasa din karşında olma mantığını ortaya koymuşlar ve bu mantığı yaymaya çalışmışlardır.

Bu millete yıllar önce Atatürk’ün dindar olduğu anlatılsaydı. Ülkemizde sağ-sol kavgası yaşanmayacaktı. Bilinen 20 bin eğitimli yarınlarımızın teminatı fidan gibi gençlerimiz bir hiç uğruna ölmeyecekti. Ülkemizin bugünleri daha farklı olacaktı. Bunların vebalini kim verecek?

Laik insanın sağcısı, solcusu olmaz. Bu ülke topyekûn birdir, beraberdir, kardeştir. Ülkemizin tek eksiği bu birlik ve beraberliği sağlayacak iradeye ülkemizi yönetecek yetkiyi vermemizden kaynaklanmaktadır.

Sağcı ne dedi?

“Vatan, millet, bayrak” dedi

Solcu ne dedi?

“Vatan, millet, bayrak” dedi

Peki, aralarında ne fark vardı?

İşte dananın kuyruğu burada koptu. Bu millete dindar Atatürk’ün anlatılamaması ve öğretilmemesi tek gerçekti. Şayet gerçek Atatürk gizlenmeseydi. Dindar Atatürk anlatılsaydı, ülkenin akış şeması çok farklı olacaktı. Kavgalar, olaylar, darbeler,15 Temmuz yaşanmayacaktı.

Buradan hareketle, bu ülkede artık; din tüccarlarına ve Atatürk tüccarlarına pirim vermeyin, itibar etmeyin.

Herhalde şimdi Haydar Baş felsefesini daha iyi anladığınız kanaatindeyim.

Prof. Baş neye vurgu yapıyor.

1-    Ehli Beyt hak yoldur

2-    Atatürk dindardır

3-    Ekonomik bağımsızlığımız için “Milli Ekonomi Modeli” diyor.

3’ü Bir arada Kurtuluş Reçetesi

Ana temaları ile üçü bir arada formülünü devreye koymadan bu ülkede ne birlik-beraberliği, ne sağ-sol kavgasını, ne Alevi-Sünni yerilmesini, nede ekonomik bağımsızlığımı sağlayamayız. Bu ülkenin muasır medeniyet seviyesinin en tepesine çıkması için geçmişten de ders çıkararak Haydar Baş felsefesinin artık hâkim kılınması gerekir.

Ülkemizde suni olarak oluşturulan ve ülkemizin geleceği ile oynayan sol ve sağın zır cahilleri artık şunu çok iyi bilmesi gerekir,

Laiklik, dindara sahip çıkmak, din kisvesi altında dini kullananlara itibar etmemektir.

Laiklik, dinden uzaklaştırmak veya uzaklaşmak değil,aksine dini vecibelerini yerine getirmektir.

Laiklik bir beraber her daim barışık yaşamanın teminatıdır.

Laiklik,

Kelimeyi şahadet getirmektir.

Özgürce namaz kılmaktır.

Oruç tutmaktır

Hacca gitmektir

İslam’ın ta kendisidir.

Atatürk’ün Cumhuriyeti vatanımızı ve dinimizi teminat altına almıştır

27 Aralık 2021


Osmanlı Devletini Ehli Beyt mayası ile Yörükler kurmuştur. Mayası sağlam olan Osmanlı, Ehli Beyt nefesi ile yedi düvele hükmetmiş, her yere hakkı ve adaleti götürmüştür.
Osmanlı hak yolda ilerlediği müddetçe devamlı büyümüştür. Ne zamanki hak ekseninden çıkmış sonunu hazırlamıştır. Osmanlı’yı kurarken Ehli Beyt nefesi ile hareket eden Osman ve Orhan bey’in hanımları Türk’tür. Hak ekseninden çıkan Osmanlı padişahları evlilik tercihlerini de Türk ve Müslüman kadınlardan yana kullanmamışlardır. Osman ve Orhan Bey dışındaki bütün padişahların hanımı yabancıdır.
Osmanlı’nın ana yıkılış sebebi Ehli Beyt zihniyetini terk etmesidir
Osmanlının ana yıkılış sebebi Ehli Beyt zihniyetini terk etmesidir. Ardından tren misali onun getirdiği büyük hatalardır. Yedi düvele hükmeden Türkler bitti derken, bir Yörük Bektaşi delikanlısı Atatürk meydana çıkmıştır. Yine Ehli Beyt nefesini arkasına alan Atatürk işgalci yabancı güçleri def ederek, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kurmuştur. İngiliz ve içimizdeki işbirlikçileri, tarihin derinliklerine gömmüştür. O gün, o güçle Atatürk isteseydi,”Ben padişahım” der ve Osmanlı Padişahları gibi “herkes benim kulum” diyebilirdi. Buna da kimsede itiraz edemezdi. Ama Atatürk bu yönetim şeklini tercih etmeyip Dünya’da hiçbir ülkede olmayan bir sistemi, Cumhuriyeti, Türk milletine hediye etmiştir.
Osmanlı’da kula kulluk hâkimken, Atatürk dini hassasiyetinden dolayı, Cumhuriyetle, Müslüman Türk milletine, Allah’ın emrettiği, Peygamberimiz Hz. Muhammed Efendimiz aracılığı ile tebliğ ettirdiği kulluğu hatırlatmıştır.
Padişah, halkına “kulum” derken, Atatürk;”Ben ve sizler Allah’ın kulusunuz, sadece Allah’a kulluk edin” demiştir.
Şimdi iyi düşünün hangisi doğru?
Bu Atatürk nasıl dinsiz oluyor!
Atatürk dindardır.
Kimsenin oyununa gelmeyelim. Kim Atatürk hakkında kötü konuşuyorsa bilin ki İngiliz veya Yunan ajanıdır.
Cumhuriyet’in kazanımları saymakla bitmez. Yeter ki doğru algılayıp, doğru yaşayalım. Türk milletini hak-hukuk sahibi yapan cumhuriyettir. Türk milleti Cumhuriyetle beraber insan olduğunun farkına varmıştır. Kadınlara insan olduğunu, insanlık hakkını, ikinci sınıf bir vatandaşlıktan vatandaş olma hakkını Cumhuriyet vermiştir.
Atatürk’ün Cumhuriyeti dinimizi teminat altına almıştır
Atatürk, Elmalı’lı Hamdi Yazır’a cebinden 50 Bin lira harcayarak Kur’an-ı Kerim-i Türkçeye çevirttirmiştir. Türk halkı da ayetlerde Allah ne emrediyor, neyi emretmiyor, neyi yasaklıyor öğrenmiştir.
Bu olay, dini, şahsi menfaatleri için kullanan din tüccarlarının işine gelmeyince rahatsız olmuşlardır, Atatürk hakkında olmadık fitneler uydurmuşlardır.
Buradan hareketle ne din tüccarlarına, ne de Atatürk tüccarlarına prim vermememiz gerektiğinin altını çizerim.
Atatürk’ten sonra günümüze kadar gelişen olaylarda solun cahilleri Atatürk tüccarlığı, sağın cahilleri de din tüccarlığına soyunmuşlardır.
Zamanında Prof.Dr.Haydar Baş’ın birleştirici ve bütünleştirici felsefesi işlenmiş, Hoşgeldin Atatürk eseri ortaya koyulmuş, bu millet hak yol Ehli Beyt’te tek bilek tek yürek yapılmış olsaydı.
Atatürk, ilkeleri ve ne yapmaya çalıştığı açık ve seçik anlaşılırdı.
Atatürk hayatta iken kıt imkânlarla ülkemize devasa bir mesafe aldırmıştır. Aynı Atatürk zihniyetini ortaya koyan Haydar Baş’ı da iyi anlayıp, algılayabilsek Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti Dünya’nın zirvesine oturacak, haklıda huzur ve refah içinde yaşayacaktır.
Atatürk Cumhuriyeti ilan edip;
Kelimeyi Şehadet getirmeyin mi?
Namaz kılmayın mı?
Oruç tutmayın mı?
Hacca gitmeyin mi?
Zekât vermeyin mi? Dedi.
Camileri mi kapattı?
İbadeti mi engelledi?
Meclisi duasız mı açtı?
Diyaneti kim açtı?
Başörtülü ve başörtüsüz diye ülkeyi ikiye mi ayırdı?
Atatürk din kisvesine bürünmüş, aynı bugünkü fetö görünümlü vatan hainlerine geçit vermedi.
Atatürk dindar, onun kurduğu Cumhuriyet vatan ve dinin teminatıdır.

Atatürk’ü doğru anlamak

27 Aralık 2021

Doğumundan son nefesine kadar hep mücadele ve hakkın yanında olan Mustafa Kemal Atatürk’ü millet olarak çok iyi anlamamız gerekir.

Atamızı fil misali herkes bir tarafa çekmektedir. Gerçekte onun yaşadığı bir hayat ve ortaya koyduğu bir felsefe vardır. Bu yaşanan hayatı ve felsefeyi çok iyi anlamak, algılamak ve ortaya koymamız gerekir.

Biz Atamızın fikirlerini ülkemizde sapmadan uygulamaya devam edersek ülkemizin Dünya’ya hükmeden lider bir ülke olacağından zerre endişemiz olmasın.

Ortaya koyduğu ilkeleri doğru anlayabilirsek her alanda ülkemiz muasır medeniyet seviyesine çıkacaktır.

Ülkemizin orunlarından ekonomi sorunu, mezhep ve din anlayışı sorunu başı çekmektedir.

Örneğin din anlayışı ve mezhep sorununu çözmemize Laiklik ilkesi büyük yardımcı olur.

Atatürk, laiklik ilkesini gerçek bir dindar olduğu için hayata geçirmiştir. Din kavramının olmadığı bir yerde laiklikten söz etmek imkânsızdır. Laiklik, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır. Laiklik dinin ve dindarın teminatıdır. Laiklik, din tüccarlarının, hak dini yaşadığını zannedip yaşamayanların gerçek dindarla ayrıldığı noktadır. Kısacası İslam’ın ta kendisidir.

Dinsiz kişi laik olamaz. Dindar kişi de Atatürk’ün laikliğinde dinini doya doya özgürce yaşar…

Laiklik, solun cahil kesimi tarafından bu millete çok yanlış anlatılmıştır. Laiklik denince, dindarla dinciyi ayıramayan solun zır cahil kanadı ikisini de aynı kefeye koymuş ve laikliğin dindar kesim tarafından bir öcü gibi algılanmasına sebebiyet vermiştir.

Bazı sol cahiller Atatürk’ün laikliğini kendi çıkar ve menfaatleri uğruna abuk subuk bir şekle dönüştürmüşlerdir.

Ondan dolayı Laikliği tam manası ile devreye koyabilirsek din doya doya yaşanır.

Diğer taraftan Atatürk’ün Cumhuriyeti dinimizi teminat altına almıştır.

Atatürk, Elmalı’lı Hamdi Yazır’a cebinden 50 Bin lira harcayarak Kur’an-ı Kerim-i Türkçeye çevirttirmiştir. Türk halkı da ayetlerde Allah ne emrediyor, neyi emretmiyor, neyi yasaklıyor öğrenmiştir. Bu olay, dini, şahsi menfaatleri için kullanan din tüccarlarının işine gelmeyince rahatsız olmuşlardır. Atatürk hakkında olmadık fitneler uydurmuşlardır. Buradan hareketle ne din tüccarlarına, ne de Atatürk tüccarlarına prim vermememiz gerektiğinin altını çizerim.

Atatürk’ten sonra günümüze kadar gelişen olaylarda solun cahilleri Atatürk tüccarlığı, sağın cahilleri de din tüccarlığına soyunmuşlardır.

Zamanında Prof. Dr. Haydar Baş’ın birleştirici ve bütünleştirici felsefesi işlenmiş, Hoş Geldin Atatürk eseri ortaya koyulmuş, bu millet hak yol Ehli Beyt’te tek bilek tek yürek yapılmış olsaydı.

Atatürk, ilkeleri ve ne yapmaya çalıştığı açık ve seçik anlaşılırdı.

Atatürk hayatta iken kıt imkânlarla ülkemize devasa bir mesafe aldırmıştır. Aynı, Atatürk zihniyetini ortaya koyan Haydar Baş’ı da iyi anlayıp, algılayabilsek Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti Devleti Dünya’nın zirvesine oturacak, halkı da huzur ve refah içinde yaşayacaktır.

Buradan hareketle Atatürk’ü bütün Türk milletinin çok iyi anlaması ve yaşatması gerekir.

Türk milletinin matem günü olan 10 Kasım’da Mustafa Kemal Atatürk hayata gözlerini yumdu. 10 Kasım 1938 günü saat 9’u 5 geçe yaşamını yitiren Mustafa Kemal Atatürk’ün anısına 10 Kasım günü çeşitli etkinlikler düzenlenerek ulu önderi sevgi, saygı ve özlemle anmaktayız.

Atatürk’ün her attığı adım ülkemizin menfaatine olmuştur. Milletimizi topyekûn ele almış kimseyi ötekileştirmeden ülkemizi farklı noktaya taşımıştır.

Bu duygu ve düşüncelerim ile Atatürk’ü saygı ve hürmetle anıyorum.

    Sepet
    Open chat